Ana içeriğe atla

Venedik

     Romadan sonra yeni istikamet sular şehri Venedik. Ben sular şehri olduğunu biliyordum da bu kadar su olduğunu bilmiyordum burada. Acayip su var. Her yer su. Fena yani. Resmen sokaklardaki asfalt yerine bunlarda su var. Adamlar evlerine teknelerle giriyor, bazı restaurantların girişi tekneyle sağlanıyor, merdivenlerin sonu suya iniyor falan. Hele o binaların arasındaki daracık sokaklar var ya (Fatihin tabiriyle Mardin de böyleymiş. Adam hemen Mardine benzetti ya la koskoca venediği :/) kesinlikle görülmeye değer.

     Yazıma öncelikle Romadan Venediğe tren yolculuğumuzla başlayayım. Zevksiz, havasız, rahatsız bir o kadarda eğlencesiz bir tren yolculuğu geçirdik. Neden mi. Uyunmuyor kardeşim. Koltuklar dar. Allahtan İnterrail falan yapmamışız dedik o anda. Çünkü bize göre değil yani. Biz rahat adamlarız bize gelmez öyle tren falan. Neyse ben yine trende uyudum biraz. Ama bizim Fatih neredeyse hiç uyuyamadı. Bu da tabi ki Venedik gezimizi yorgun yapacağımız anlamına geliyordu. Normalde gezi yapacak adam sabah uyanır, kahvesini yudumlar, spor ayakkabılarını giyip büyük bir enerjiyle geziye başlar. Biz ne yapıyoruz trene biniyoruz, telefondaki 5.kere dinlediğimiz müziği değiştiriyoruz ve saat 6 da buz gibi Venedikte iniyoruz. Bunlar hep strateji hatası. Heee tren yolculuğunun güzel yanları da olmadı değil. Mesela etrafı seyrederek gitmek çok eğlenceliydi gibi şeyler de diyemiyoruz çünkü etraf karanlık. Yani anlayacağınız lanet ettik o tren yolculuğuna.

     Trenden inip kendimizi sokağa attığımızda tren istasyonunun hemen dışındaki kanal karşılıyor bizi. Vay beeee Venediğe bak evlerin arasından sular geçiyor falan diye hayretler içinde hostelimizi arıyoruz. Yaklaşık 1 km yürüdükten sonra haritamızda hostelimizin olduğu noktayı buluyoruz. Buluyoruz bulmasına ama etrafta hostel falan yok. Üç beş kere git gel yaptıktan sonra hala hostelimi bulamayınca etrafı temizleyen abilerden birine soruyoruz;
- Excuse me. Do you know Ostello S. Fosca hostel?
- Sissignore. Cammina dritto da qui quindi procedere ponte, svoltare a sinistra dopo il ponte, Trecento metri a piedi, Girare a destra Si vedrà più Avanti. (Cümleleri hatırlayacak değilim google translate bunlar)
- Biz tabi “Whaaaaaaaaaattttt” (Temizlikçi abinin ingilizce bilmediğini nasıl düşünemedik ki. Gerçi Danimarkada bildiklerinden bir an unuttum herhalde!)
- Neyse adam bize bu sefer el işaretleriyle ıhhh, ıhhhh bridge ıggggg ıhhhh diye diye anlattı.

      Bizde bu yol tarifiyle ilginç bir şekilde kanalın diğer tarafında kalan hostelimizi bulduk. Bulduk bulmasına ama hostel sanki bir katolik okulunun yurdu gibi. Katolik okulu var hemen hostelin bahçesinde. Bizde bir ürperme olmadı değil. Ulan bunlar bizi burda kaydırmasın diye telaşlanırken hostelimizin saat 9 da açılacağı yazısını gördük kapıda. Saate baktık saat 7.15. Hostelimizin dandikliği buradan anlaşılıyor herhalde. Yapacak bir şey yok. Yaşasın ucuz hostellerrrr. Hostelimizin bahçesinde biraz oyalandıktan sonra ben Fatihe bu böyle olmayacak kalk kahvaltı falan yapalım dedim. Sonra çantalarla birlikte her yere yayılmış croissant kokusu eşliğinde bir café ayarlamaya çalıştık. Venedikle ilgili ilginç bir şey take awaylari yani oturmazsan elinde alıp yersen oturana göre çok daha ucuz. Gerçi çoğu yerde daha ucuz ama burada fark biraz fazla. Yaklaşık %40 daha ucuz diyebilirim. Ama tabi biz saat 9 u beklediğimizden oturmayı tercih ettik. Güzel bir venedik sabahında café nin dışına oturduk. Garson yaklaştı hemen:
- Benvenuto, Posso prendere il tuo ordine! (Hoş geldiniz, siparişinizi alabilir miyim)

    Bizim Fatih tabi en ucuz kahveyi bulup yanına da bir adet croissant sipariş etti. Bende çayla croissant söyledim. Siparişlerimiz geldikten sonra biz Fatihin kahveyi beklerken meğerse masaya koyduğu bardağın Fatihin kahve bardağı olduğunu sonradan anladık. Neden mi! Kahve görünmüyor ki içinde :D  İşte fotoğrafı :D


Kahve mutsuzluğunun yüze ifadesi

4 bardağa çıkardığım çayım

Hostel bahçesinin manzarası
 
       Bizim Fatih hemen “olum İstanbul da da yapıyorum bunu. Şu kahvenin hep ismini unutuyorum. Sonra sipariş edince adamlar bir getiriyor neredeyse boş bardak. İsyannnnnnnnnnnn!!” Ben tabi kahkahaya boğuluyorum. Daha sonra benim fincanla sallama çayım geliyor. Yanında da içi sıcak su dolu çaydanlık.  Normalde fincana koymam gereken sallamayı hemen çaydanlığa koyup 1 bardağı yapıyorum 4 bardak. Strateji biliyoruz kardeşim. Yani bizim Fatihin kahvesinden 30 kat daha fazla içeceğim oluyor bir anda :D. Bir güzel croissantları yiyip çayımızı içtikten sonra az biraz dolaşıp hostele dönüyoruz.



Adamlar evlerine bunla giriyor
   
       Venedik hakkında bilgi vermeden şehir turu yazıma başlamayayım. Venedik kuzeydoğu İtalya'da birbirinden kanallarla ayrılmış ve köprülerle bağlanan 118 adanın üzerine kuruludur. Venedik doğal güzelliği, mimarisi ve sanat eserleri ile ün yapmıştır. Bu şehir bütünüyle Dünya Mirasları listesindedir. Venedik Cumhuriyeti Orta çağlar ve Rönesans dönemi boyunca denizlerdeki en önemli kuvvet olduğu kadar 13. yüzyıldan 17. yüzyılın sonlarına kadar sanatın ve ticaretin merkeziydi. Bizde savaştık zaten bunlarla. Tarih kitaplarından hatırlarsınız Venedik ve Ceneviz kolonileri falan. Tarihi boyunca, özellikle Rönesans Döneminde, birçok sanatsal hareket olmuştur. Venedik tarihi boyunca senfonik müzik ve operanın gelişiminde önemli rol oynayan, aynı zamanda Antonio Vivaldi'nin doğduğu şehirdir. Venedik ismi, milattan önce 10. yüzyılda burada yaşayan Veneti insanlarından gelmektedir.

     Check in yapıp çantalarımızı bıraktıktan sonra şehir turuna başlıyoruz. Hava güzel. Daracık kalabalık sokaklardan geçiyoruz. İlk mekan Fondaco dei Turchi. Adından da anlaşılacağı üzere bizimkilerin parmağı var bu sarayda. Venedik'in en eski saraylarından birisi olan "Fondaco dei Turchi" kıvrımlı bağlantıları ve ince sütunları ile Bizans mimarisinin tipik bir örneğidir. 1621'den itibaren Türk tüccarlar sarayı ticaret merkezi olarak kullanmaya başladılar. 1838'e kadar olan bu süreçte orada ikamet eden Türkler binaya bir cami ve hamam inşa etmişler ve sarayın mimarisini kısmen değiştirmişlerdir. Ayrıca 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan restorasyon çalışmaları esnasında sarayın üst kısmına kubbe biçimde eklemeler yapılmıştır. Saray 19'ten beri "Venedik Doğa Tarihi Müzesi (Museo di Storia Naturale di Venezia") olarak kullanılmaktadır.

Fondaco dei Turci

Bu da manzarası

      Daha sonra buradan Rialto köprüsüne geçiyoruz. Bu köprü Venedikteki 4 büyük köprüden birisidir. Köprü kanal üzerindeki en eski olanlardan biridir ve olasılıkla şehrin en ünlüsüdür. Büyük Kanal üzerinden köprü ile ilk geçiş 1181 yılında oldu. Köprü "Ponte della Moneta" (para köprüsü) olarak adlandırılmıştı. Büyük kanaldaki köprü trafiğinin artmasıyla 1255 yılında yıkılıp ağaç köprü yapıldı. Bu ağaç köprü hareket ettirilir bir şekilde dizayn edilmişti. 15nci yüzyılın ilk yarısında iki sıra dükkân köprü boyunca inşa edildi. 1310 yılında kısmen yandı. 1444 te çöktü sonra bir daha 1524 te çöktü. Yani anlayacağınız çok badireler atlamış bir köprü bu. Daha sonra köprüyü taş yapmaya kara vermişler. 1591 de taş köprü yapılmıştır. Ve hala ayakta olan Rialto köprüsü şu anki halini almıştır. Tabi herkes buraya akın etmiş yakın zamanda çökmesi an meselesi benden söylemesi. Yusuf dediydi dersiniz.

Rialto Köprüsü
     

Venedikte bir Ümraniyeli...

     Size büyük kanal hakkında da bilgi vermesem olmaz. Çünkü Venediğe giderseniz hakkında bilgi sahibi olmanız gereken bir yer. Grand Kanal (Canal Grande) yaklaşık 4 km uzunluğunda, 30 ile 70 m genişliğinde, derinliği 5 metreye varan Venedik'teki en büyük kanaldır. Kanal S şeklinde aktığı için "volta die Canal" olarak isimlendirilir. Grand Kanal'a yaklaşık 45 adet diğer küçük kanallar bağlanmaktadır.
     Kanalın sol tarafında San Marco, Cannaregio ve Castello, sol tarafında ise Dorsoduro, San Polo ve Santa Croce bölgeleri bulunur.
     Günümüzde Grand Kanal üzerinde 4 köprü bulunmaktadır. İçlerinden en eski olanı Rialto Köprüsüdür. Scalzi Köprüsüve Accademia Köprüsü nün inşa edildiği 19. yüzyıla kadar "Rialto Köprüsü" Grand Kanal üzerinde iki yakayı birbirine bağlayan tek köprü idi.
Grand Kanal kenarlarında 200'ün üzerinde saray vardır. Saraylarda Gotik, Rönesans ve Barok stiline sıkça rastlanmaktadır. Bazı saraylarda Bizans mimarisi göze çarpar. Ayrıca şunu da belirteyim burada yüzmek para cezasına tabi. Atlamaya falan çalışmayın. Çok sıkı kontroller var bu konuda.

Rialto köprüsünden Venedik


Ortadaki "S" Grand canal
 
     Yeni istikamet San Marco meydanııııı. Tabi burda bir sürü yapı dikkat çekiyor. Biz San Marco Bazilikasından başlayalım. San Marco Meydanı'nda yer alan Bizans mimarisi sanatının en iyi bilinen örneklerinden biri olarak şehrin en meşhur kilise yapılarından biri olan bir katedraldir. Yapı Dükanın Sarayı'na bitişik ve bağlantılıdır. Orijinal olarak yapı Venedik dükalarının şapelidir ve şehrin katedrali değildir. 1807 yılından beri Venedik Patriği'nin, Venedik piskoposluk ruhani dairesi Roma Katolik Başpiskoposunun ikametgahıdır. Buraya ve yanındaki düka sarayına girişte acayip kuyruk vardı. Yani öyle böyle kuyruk yoktu. Sıra ilerlese kuyruğa geçecektik ama sıranın ilerlemediğini gördükten sonra biz hiç burada beklemeden yolumuza devam edelim dedik. He bir de İlk inşaat: 828, Restorasyon: 978, Günümüzdeki bina: 1063 yılında inşa edilmiş.

San Marco Bazilikası

Yolların kenarlarına serpiştirilen butik mağazalar hediyelik eşya için süper mekanlar



     San Marko meydanı hakkında da bir kaç kelam etmeden geçmeyeyim. San Marco meydanı, Venedik'in turistler ve güvercinler tarafından en çok ziyaret edilen meydanı. San Marco meydanı 175 uzunluğunda, 82 metre genişliğindedir. Fransız Yazar Alfred de Musset meydan için "Avrupa'nin Salonu", Napolyon ise "Avrupa'nın en güzel şenlik alanı" ifadesini kullanmıştır. Meydanın geçmişi 9. Yüzyıla dayanmaktadır. Meydan aynı zamanda pek çok ünlü ziyaretçileri olmuş olan kahvehaneleri ile de ünlüdür. Meydanın ve İtalya'nın en eski kahvehanesi olan Caffe Florian (1720 yılında inşa edilmiştir. Ne kadar içine girip bu cafeden kahve içmeyi istesek te fiyatta geçirmelerinden korktuğumuzdan girmediğimiz doğrudur.) pek çok yazar, şair ve müzisyenin buluşma yeriydi. Goethe, Thomas Mann, Marcel Proust, Hemingway ve Mark Twain gibi pek çok ünlü kişiler kahve içmeye oraya giderlerdi. Hatta Richard Wagner Giuseppe Verdi ile karşılaşmamak için meydanın diğer tarafındaki Caffe Lavena'ya giderdi. Tabi sen (bu yazıyı okuyan) Goethenin dışındaki elemanları tanımadığın için pek şaşırmamışsındır herhalde.






Fotoğrafa az biraz renk katınca baya güzelleştiği doğrudur



    Yolumuza Santa Maria della Salute Bazilikası ile devam ediyoruz. Aslında buraya gidip gitmeme konusunda baya bir düşündük. Çünkü bu bazilikaya bağlanan köprü uzaktaydı. Aşağıdaki haritadan da yolumuzu ne kadar uzattığımızı görebilirsiniz.

Bu yol bizi bitirdi Tayfuuuuunnnn

       Neredeyse hiç uyumayan Fatihle az biraz uyuyan ben, bu yorgunluğa rağmen tabana kuvvet diyip yürümeye başladık. Yürürken rengarenk evler, kanallar, köprüler hep bizi karşıladı. Gerçekten sokakları çok güzel. Zaten 2 kişinin yan yana zor yürüdüğü sokaklar bir çoğu. Çok güzel müzikler çalan, gösteriler yapan sokak sanatçıları da ayrı bir hava katıyor Venediğin havasına. Her yerden de kanal geçmesi “ulan bu binalar rutubetli olmuyor mudur yeaa” sorusunu akıllara getiriyor. Onu da öğrendik bu arada. Binalar ilk katı acayip rutubetli oluyormuş. O yüzden kullanmıyorlarmış genelde. Bazılarının da içi su doluymuş. Ayrıca ilginç bir gerçek Venedik suya batmakta olan bir şehir. Yani görmek istiyorsanız acele edin. 300- 500 sene sonra venedik olmayacak gibi duruyor :/  işte bunlar hep global warming...
     Yaklaşık 3 km lik yürüyüşten sonra kilise bizi biz sürprizle karşılıyor: kapısı kapalı. Tanrının evi kapalı olur mu be diyip kapıları zorlasak ta sonuç yok. Adamlar kapatmış bildiğin kapıları. Sonuç olarak büyük bir hayal kırıklığıyla Santa Maria della Salute Bazilikasının merdivenlerinde sigaramızı yakıp Venediğe karşı bohem yaşadık demek istesem de yaptığımız şey çantadan çıkardığımız eti yulaflıyı gömmek oldu. Bohem de yaşatmıyorlar arkadaş. (Berkaya selam!)
     Santa Maria della Salute Bazilikası genel olarak basitçe Salute (sağlık) olarak bilinir. 1629 yılı Yaz ayı başlarında İtalya'da Venedik'e başlayan ve 1629-1631 yılarında etkili olan bir veba salgını nüfusun yaklaşık üçte ikisini öldürdü. Kiliseye yapılan San Rocco ve San Lorenzo  Giusstiniani'ye adanmış dualar ve geçit töreni alayları kadar tekrarlanan kutsal ayın gösterileri salgın hastalığın devam etmesini durduramadı. Daha önce 1575-76 yıllarında olmuş olan veba salgınına bir mimari cevap olarak mimar Andrea Palladio'ya yaptırılmış olan II Redentore Kilisesi'nin bir yansıması olarak Venedik Senatosu 22 Ekim 1630 yılında yeni bir kilisenin yapılmasına karar verdi. Bu kilise Meryem Ana'ya ("Virgin Mary") adanacaktı. Bu birçok nedenden dolayı Cumhuriyetin koruyucusu olacağı düşünülmüştü.

Bunun için yolumuzu uzattığımıza inanamıyorum :(
Venediği izliyorum gözlerim kapalı

      Bu hüsran dolu bazilika yolculuğundan sonra hostelimize hızlı bir dönüş yapıyoruz. Çünkü dinlenmemiz lazım. 2-3 saat uyumanın ikimiz içinde iyi olacağını düşünüp yollara koyuluyoruz. Ya arkadaş her yer mi güzel olur. Cidden her yeri ayrı güzel Venediğin. Hangi yolu tercih ederseniz edin mutlaka ilginizi çeken bir tarafı oluyor. Muhtemelen hiç alışık olmadığımızdandır. Yani evlere teknelerle girilmesi, Pencerenin 70 cm altında su olması falan ilginç şeyler.



     Muhabbet eşliğinde hostele döndükten sonra dinlenmek için yataklarımıza geçiyoruz. Yaklaşık 3 saatlik uykudan sonra daha dinç bir şekilde Venediğin akşamını keşfetmek için tekrar yola koyuluyoruz. Önce karnımızı doyurmak için grand canalın hemen yanındaki restaurantlardan birine geçip pizzalarımızı sipariş ettikten sonra Grand canalı bir de güneş batarken izliyoruz. Oturduğumuz restaurantın yeri gerçekten çok iyiydi. Bir de direk kanala en yakın masaya oturmuştuk. Normalde orada oturmak için ıstakoz, havyar falan söylemen gerekiyor. Ama garson ilginç bir şekilde bize bir şey demeden servis yaptı. Bizden sonraki gelenleri uyarmışlardı çünkü normal yemek alamazsınız lüks bir şeyler sipariş etmeniz lazım diye. Biz ise restauranttaki en ucuz yiyecek olan pizzayı sipariş etmiştik :D. Pizzaları yedikten sonra fotoğrafımızı da çektirip San Marco meydanına doğru tekrardan yola çıktık. Akşamı ayrı güzel Venediğin. Sarı ışıkların eşliğinde daracık sokaklarda yürümek insanı gerçekten mutlu ediyor. Akşam gezimizin ilk durağı tabi ki San Marco meydanı. Burası etkinliklerin olduğu çok güzel bir meydan. Meydana vardığımızda akşam tekrar göz atmakta ne kadar haklı olduğumuzu bir kere daha görüyoruz. Işıklar ve insanların çokluğu şehrin bu kısmını canlı tutuyor. Bizde bu canlılığı fırsat bilip meydanın içinden arka tarafa doğru gidip yere oturuyor ve şehri muhabbet eşliğinde yarım saat izliyoruz.

Efsane mekan

San Marco meydanı


   
     Meydandaki kafelerde çalan aşarı güzel canlı müzik eşliğinde meydanı bir kere daha turladıktan sonra deniz kenarından yürüyerek şehri keşfetmeye devam ettik. Gerçekten Venediğin her yanı görülmeye değer. Yürürken bir köprü dikkatimizi çekti. Fotoğraflarını falan çektikten sonra köprünün aslında görmemiz gereken yerler listemizde olduğunu anladık. Köprü ilginç bir hikayeye sahip. İç Çekişler Köprüsü veya İşkence Köprüsü olarak da anılmaktadır. Düklük Sarayı ile Yeni Hapishane arasında kapalı olarak inşa edilmiş bir köprüdür. İsmini buradan cezaevine giden mahkûmların Venedik'e son kez bakmasından almıştır.

         
     Saatin ilerlemesinden sonra sabah 6.30 daki milano trenine dinç kalkmak için hostelimize, etrafı inceleye inceleye yürüdük. Hostelimiz kanalın kıyısındaydı. Gerçi kanalın kıyısı olmayan yer yok Venedikte. Çünkü her yer kanal. Hostelimize geçtikten sonra yanlış hatırlamıyorsam Taylandlı olan bir çift ile aynı oda da kaldık. Muhabbet sohbet ettik baya. Çiftin bize sorduğu soru şu: Sizin ülkede gözü çekiklere saldırılar falan oluyormuş doğru mu? Çünkü biz gitmek istiyoruz da hükümet gitmeyin diye uyarı yaptı. Bunu neden sordu diye soracak olursanız o sırada çinlilerin türkmenlere yaptığı zulüm dolayısıyla bizim esnafın boş durmayıp gözü çekik olanlara milliyet fark etmeksizin tekme tokat dalması olduğunu söyleyebilirim. Bu soruyu bize sorduktan sonra Fatihle ben konuşurken yeni bir şey öğrenmiştik: Ulan adamlar meğerse gündemi takip edip haberleri ciddiye alıyorlarmış. Arkadaş 1-2 gözü çekik dövdük diye niye herkes duymak zorunda heee niyeee??? Her neyse biz muhabbetten sonra yataklarımıza geçip güzel bir uyku çektik.
   Venedik sabahııı. Hava yine soğuk, karanlık. Üstümü 2 kat giyindikten sonra dünden hazırladığımız çantaları da alıp tren istasyonuna doğru hafif tempo yürümeye başlıyoruz. Sıradaki şehrimiz Milano. Aslında Milanoya gitme gibi bir planımız yoktu. Gerçi Venediğe gelme gibi bir planımız da yoktu. En başa dönersek avrupa turu planı da yoktu normalde. Sırf bu Fatih dengesizi Venedik görsün, İtalyaya gittik Venedik görmeden geldik demesin, Yusuf bana Venediği, Milanoyu gezdirmedi dedirmesin diye Venedikle Milanoyu da plana kattık. Hayır yani benin Kopenhagtan Venediğe git gelim 150 tl. Ben ne diye değiştiriyorum ki planı. Fatihciyim sırf senin için bunlar değerimi bil. Venediği neden katmamayı düşündük derseniz öncelikle tren fiyatı biraz pahalıydı. Ayrıca Venedikten uçuşlarda çok pahalıydı. Biz Venediği ekleyince gaza gelip Milanoyuda eklemek zorunda kaldık. Çünkü uçuşlar ucuz. 75 tl ye Milanodan Barselonaya gittik daha ne olsun.
   Sabahın köründe Venedik sokaklarında kruvasan kokusu eşliğinde tren istasyonuna doğru yürüyoruz. Hava soğuk. Tren istasyonuna vardıktan sonra trenimizi bulup çantalarımızı yerleştirip Milanoya doğru yola çıkıyoruz. Milano bizim için aktarma şehri. O yüzden sadece yarım güncük zamanımız var.
     Bir sonraki Milano yazısında görüşmek üzere. Next station is MİLANO.... O değilde okuyorsunuz dimi olm bunları. Böyle kendi kendime yapıyormuş gibi falan olmuyorum. Delirtmeyin beni okuyun. Emek var şurda :D

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Danimarka'da Yaşam- Harcamalar & Gerekli Para

          Uzun bir aradan sonra birçok kişiden Danimarka’da erasmus ile alakalı sorular aldım. En önemli soru tabi ki çok mu pahalı? Gidersek gezemez miyiz? Erasmus parasının üstüne ne kadar daha koymalıyım gibi sorular oluyor. Bu yazımda bu gibi soruları cevaplamaya çalışacağım. Tabi tecrübelerimden doğan ucuza kapatma yollarından da bahsedeceğim.             Öncelikle erasmusa giderken ödemeniz gereken sabit ücretler var. Bunlar uçak parası, oturma izni vb. şekilde sıralanıyor. Bunların ne kadara geldiğini aşağıda sıralayacağım. Bunlardan kaçış yok ne yazık ki. Başta mecbur bu paraları gözden çıkarmalısınız. Benim gittiğim yıl dolar ve Euro bu kadar yüksek değildi. Doğal olarak fiyatları hem kron hem de şu anki TL cinsinden yazacağım. Önümüzdeki senelerde giden arkadaşlar Danimarka kronu cinsinden yazacağım fiyatları gidecekleri yılların kurlarına göre hesaplarlar. Tabi adamların kendi istedikleri para da değişebilir. Ama çok oynayacağını zannetmiyorum açıkçası. Uçak fiyatı:

Danimarka Erasmus Süreci

     Öncelikle Avrupa yazılarıma Erasmus sürecini anlatmakla başlayacağım. Yurtdışında Erasmus yapma gibi bir planı olanlara (ki öyle bi planınız kesinlikle olsun) yardımcı olması açısından bu yazıyı yazıyorum. Öncelikle üniversitede okurken 2.sınıfta Erasmus sınavını geçip tercih yapma kısmına geldiğimde önümde ilginç bir şekilde 2 seçenek vardı: Litvanya Slovenya      Nedendir bilmiyorum okul o dönem belli sıkıntılardan dolayı çok fazla üniversiteye öğrenci göndermiyordu. Bende bu ikisi arasından Slovenyayı tercih etmiştim. Bunu seçmemin nedeni Slovenyanın konumunun çok iyi olmasıydı. Her şeyi ayarlamaya başlayacaktım ki Slovenyadaki üniversiteden gelen maille yıkılmıştım. Oradaki okul bana 1 dönem öğrenci kabul edeceklerini ve bunun 2. Dönem olacağını söylemişti. Ben de bunun üzerine 3.sınıfta Erasmus maceramdan vazgeçmiştim. Çünkü yurtdışında 1 sene Erasmus yapmak istiyordum. Vazgeçmemin bir diğer nedeni de okulu kazandıktan sonra okulun üniversite değilde 1 binadan oluş

Avrupa Turu Planı ve Maliyeti

     Evetttt Avrupa turumuzun planını daha Danimarkaya gelmeden yapmıştık. Bildiğiniz üzere Danimarka Odensede Erasmus öğrencisi olarak bulunuyorum. Bende bunu fırsat bilip ucuz hava yolu şirketlerinide kullanarak bir Avrupa turu yapmazsam olmaz diye düşünüp daha Danimarkaya gelmeden üniversiteden arkadaşım Fatihle, Süleymaniyedeki Ağa kapısında otururkene planımızı yapmaya başladık. Malum uçakla seyahat edeceksek biletleri önceden almamız gerekiyordu. Biletleri yaklaşık 40 gün önceden almıştık. (Aldığımız site: www.skyscanner.com , Tren için : www.trenitalia.com/tcom-en  ) Seyehat rotamız şu şekideydi: Planınızı yaparken her şeyi gözden geçirdiğinize emin olun. Uçuş zamanları, Hostel ayarlamaları, Gezeceğiniz yerlerin planı (bu arada gezi için şiddetle önerdiğim uygulama: Citymaps2go), Yanınıza alacağınız para, Kredi kartları vb gibi şeyleri tekrar tekrar gözden geçirin. Biz turumuzun genelini uçakla yaptık. Tabiki uçakla avrupa turu yapmanın avantajları olduğu kadar dezavant